Yazar Olabilir misiniz? Peki, ya Okur?

Yazar Olabilir miyim?
Yaratıcı Yazarlık Dersleri
Semih Gümüş
Notos Kitap, 184 sayfa

Yazar Olabilir misiniz? Peki, ya Okur?
Mutlu bir okur olarak kalmak istiyorsanız bu kitabı açmayın, derim.  Ama sadece bir okur olma saadetini çoktan elinin tersiyle itip yazmaya heveslenmiş, buna karşılık “yazar” titrini henüz kendine yakıştırmaktan kaçınan bir yazar adayı mısınız?  Ya da basit mutlulukları feda etmeye hazır, okuduklarında sürükleyici bir hikâyeden, tatlı bir söylemden öte anlamlar, farklı yoğunluklar, daha nitelikli hazlar peşine düşmüş bir okur mu? O zaman bu kitap tam size göre.
“Yazar Olabilir miyim?”  Bir yazar adayını, bu soruya usta bir eleştirmenden alacağı yanıt kadar heyecanlandıracak çok az şey vardır herhalde. Eline kalemi aldığı ilk andan itibaren kafasında dönüp duran bu soruya ve diğerlerine: Ne yazmalıyım? Nasıl yazmalıyım? Kendime özgü bir anlatım dilini nasıl oluşturabilirim? Yazdıklarım yeterince iyi mi? Nasıl daha iyi yazabilirim? Bunları nereden öğrenebilirim, nasıl geliştirebilirim? Notos Kitap’tan Semih Gümüş imzasıyla yayınlanan “Yazar Olabilir miyim?” , bu soruların peşine düşen yazar adayına yazın serüveninde ve edebiyat dünyasının zorlu yollarında kılavuzluk edecek bir kitap.

Edebiyat dille yapılır. Basit bir gerçek, değil mi?  Hatta apaçık bir totolojik önerme.  Ama içselleştirilmemiş bilgi, gerçek bilgi midir? Yazınsal dilin önemini yeterince içselleştirmemiş bir yazar adayı kolaylıkla büyük fikirlerin, kurgu oyunlarının, süslü söylemlerin peşine düşüp daha en baştan yolunu kaybedebilir.   Asıl sorunun dil olduğunu, çünkü dilin dışında edebiyattan söz edilemeyeceğini  en baştan saptıyor Semih Gümüş. “Dilin, yazınsal bir metni varsa var, yoksa yok edecek kertede önemli olduğunu anlamak; dolayısıyla Türkçenin yazınsal dil olarak olanaklarının neler olduğunu öğrenmek, depoyu temiz yakıtla doldurmak gibidir.” diyor.  Kitap boyunca da yazınsal dilin önemini vurgulamaya devam ediyor; sözcüklerden başlayarak  -“çünkü sözcükler, çok şeydir”-  cümleler, paragraflar ve metnin bütünü boyunca ona nasıl ulaşılacağını örneklerle gösteriyor. Kanımca, yazınsallığa yaptığı bu vurgu bile bu kitabı diğer yaratıcı yazarlık kitaplarından farklı kılmaya yetiyor.
“Yaratıcı yazının geleceği, insanın yaratıcı yazıdaki geleceğiyle örtüşecektir. Yazı, insanı sonsuza dek temsil edebilecek en köktenci güçtür.” diyor Semih Gümüş. “Ölülerin yaşadığı tek mekân, insanın anayurdu olan dildir.”
Doğru Okuma
Ve okumak… Eskinin iflah olmaz okuru, taze yazar adayı, okumanın önemini fark ettiğinde kısa sürede kitaplığının bir dönüşüme uğradığını görür. Artık kitaplığı telaşla büyümeye, daha önce keşfetmediği, belki kendisine çok yakın bulmadığı için elini uzatmadığı ustaların kitaplarıyla, atlanmış ya da çok eskiden okunmuş ama yeniden okuma zorunluluğu duyduğu klasiklerle ve yazma sürecine dair ipuçları aradığı kuramsal kitaplarla, yazar biyografilerle dolup taşmaya başlamıştır. Usta eleştirmenin “genç” yazara ısrarla öğütlediği yollardan biri, belki de en önemlisi okumak.  “Yazarlık öteki yazarlardan değil, kitaplardan öğrenilir”, diyerek yazar adayını yine kitaplara yönlendiriyor Semih Gümüş. Ama sadece çok okumanın yetmeyeceğini de ekliyor.  Daha da önemlisi doğru okumayı öğrenmektir, diyor. “Doğru bir okuma biçimi edinmiş, dolayısıyla okuduklarının anlamlarını kendi başına sökebilen ve kendi yazdıklarını bütün yazınsal öğeleri soyutlayarak çözümleyebilen, eleştirebilen yazar adayı, aynı zamanda okumayla yoğun ve sürekli bir ilişki içinde yaşamayı başarabilirse, yazmayı da er geç başarır.”
Bu sürece giren yazar adaylarının ortak şikâyeti okuma keyiflerinin elinden alındığıdır. Gerçekten de artık bir hikâyenin sürükleyiciliğine ya da edebiyatın büyüsüne kapılıp soluksuz okumalar yapmak olanaksız hale gelmiştir. Okuduğu her cümleyi, her paragrafı, her diyaloğu sürekli çözümleyen, sorgulayan;  ben olsaydım nasıl yazardım ya da ben nasıl böyle yazabilirim diye sorup duran bir iç ses edinmeye başlar. Başlangıçta okuma keyfinin yitirilmesi gibi görünen bu süreç, bir süre sonra daha nitelikli, daha yoğun, bambaşka hazlarla dolu okumaların kapısını açar.  Yalnızca yazar adayının değil,  iyi bir okur olma iddiasıyla yola çıkan herkesin geçmesi gereken bir süreç bu. Semih Gümüş, binlerce, yüzbinlerce kitap arasında yolunu kaybetmemesi için tecrübesiyle rehberlik yapıyor okuruna. Doğru okumanın nasıl yapılacağını adım adım, metinlerle örnekleyerek gösteriyor.  Dört Aşamalı Okuma Önerisi”yle de yolun kilometre taşlarını belirliyor.  Hem genç yazarların hem de nitelikli edebiyat okurunun peşine düşmesi gereken bir liste.
Nasıl Yazmalı?
Kitabın ilk bölümünde, daha çok genç yazarla birlikte Ne yazmalıyım? Nasıl yazmalıyım? gibi temel sorulara kafa yormuş Semih Gümüş. Eline kalem almaya yeltenen harkesin kafasına üşüşen, üzerinde düşünüp taşınması gereken sorulara.  Yazınsallığın ne olduğuna, gerçeklik, düş ve kurmaca arasındaki ilişkiye. “Edebiyatın, sonunda fizik, yani katkısız gerçek değil; katkısız kurmaca, yani metafizik oluşu üstünde de durup düşünülmeyen koşullarda, gerçekliğin kavrayabileceğimiz sınırlarında dolaşmanın güveni hiç kuşku yok ki edebiyatımızın yaratıcılığını, yenilikçi arayışlarını kısıtlamıştır. Sanırım bu yüzden genç yazarların geçmişten koptukça kendileri olacağını savunuyorum. Sonunda düş, gerçeküstü ya da fantastik, ne zaman gerçekten kaçış için kullanılmıştır ki? Ancak gerçekliği başka bir biçimde yaratmanın yollarıdır bunlar.”

İkinci bölümde ise yazınsal metnin öğelerine yoğunlaşıyor. Hikâyeden olay örgüsüne, kişileri yaratmaya; anlatıcı seçiminden ayrıntılara, mekâna ve nesnelere değin kurmacanın bütün öğeleri üzerinde tek tek duruyor.  Ama formüllere, şablonlara indirgemeden,  kurallarla, listelerle sınırlamadan, kolay yoldan teknikleri öğretmeye kalkmadan, yazarı adayının bu öğeler üzerinde düşünmesini sağlayarak. Doğru okuma önerileriyle, usta yazarlardan incelikle seçilmiş örneklerle yazar adayını kendi kendine öğreneceği bir yola yönlendiriyor Semih Gümüş. Evet, zorlu bir öğrenme süreci ama kendi yolunu bulmak isteyen biri için kaçınılmaz.
Bu bölümün belki en önemli başlıklari yine diğer yaratıcı yazarlık kitaplarında görmeye pek alışkın olmadığımız konular: Yoğunluğun Sırrı, Yalınlığın Zorluğu ve Olanakları, Yalınlıktan Karmaşıklığa Geçiş. Yazınsal metinde yoğunluk, düzanlatım içinden çıkmayan, yazınsal dil içinde zorunlu bir yaratım biçimi, yazmaya başlarken çözülmesi gereken ilk düğümdir.” diyor Semih Gümüş. “Apaçık ve yalın dilin, bu arada basitleşip sıradanlaşmamak için nasıl biçimlendirileceğine karar verme hali. Yalınlığın yetkinliğine ulaşmak. Bıçak sırtında olmanın tam karşılığı. Dolayısıyla bir edebiyat metninde üstesinden gelinmesi en zor işlerden biri. Yalınlığın sırrını bulanların, nitelikli edebiyat kapısının anahtarını eline alacağını da söyleyebilir miyiz?” diye soruyor ve Ferit Edgü’den Barış Bıçakçı’ya Hemingway’den Bellatin’e çeşitli alıntılarla yalınlığın ardına nasıl bakılacağını gösteriyor genç yazara. Sonraki bölümde de bu yalınlığın içinden geçerek dilini nasıl zenginleştirebileceğine dair ipuçları veriyor.
Yazarlığa Giden Yol
Düzyazı ve yazınsallık paydasında birleşseler de apayrı iki tür olan roman ve öykü üzerinde de uzun uzun durmuş kitapta. İkisinin de yapısal ve biçimsel özelliklerine,  yaratım süreçlerine, püf noktalarına ayrı ayrı değinmiş. Türk öykücülüğünün gelişmesinde büyük katkıları olan bir ustanın kaleminden, Bir Anlatı Olarak Kısa Öykü bölümü, özellikle atlanmaması gereken bir bölüm.
Yazar,  Nasıl Yazar? bölümü ise bir çok usta yazarın yazma süreçlerine ışık tutarken genç yazara kendi yazın deneyimine dahil edebileceği, kendisine uyanı alıp deneyebileceği çok çeşitli yöntemler de sunuyor. Öğretici ama aynı zamanda eğlenceli bir bölüm. Sadece bu bölüm değil, kitabın tamamı Roland Barthes, E.M. Forster, Umberto Eco,  gibi yaratıcı yazın üzerine kafa yormuş düşünürlerin yanısıra, Vüs’at Bener, Tomris Uyar,  Orhan Pamuk, Virginia Woolf, Raymond Carver, Cortazar, Marquez gibi usta yazarların öğütleriyle, alıntılarıyla zenginleşmiş. 
Son aşamaya gelmiş, artık kendine yazdıklarımı Nasıl Yayımlayabilirim?  diye soran yazar adayı, aynı zamanda yayıncılık yapan ve bu dünyayı çok yakından bilen bir ustanın bu konudaki tavsiyelerini de atlamadan, dikkatle okumalı.
“Sorun zaman değil. Yapabileceğimizin en iyisini yapmaya çalışmak. Nasıl yayımlayacağımız ondan sonra gelir. Gelin bütün bu kaygıları bir yana bırakın. Siz yazın, kararlılıkla yazmayı sürdürün. Kendi sesinizi arayarak yazın. Ama ondan da daha büyük bir kararlılıkla okumayı da sürdürerek. İkisi bir arada olmazsa, olmaz. Nitelikli edebiyatın karşısında da hiçbir engel duramaz.” diyerek bitiriyor kitabı Semih Gümüş.
Semih Gümüş, bu kitapta mesleki bir tutum olarak kendisinden beklenebilecek eleştirel tavrı, üslubu hiç takınmadan yazar adayının sorularıyla, sorunlarıyla özdeşleşmeyi seçmiş.  Büyük bir içtenlike onu anlamaya çalışarak, bu çetrefilli yolda yürümesini kolaylaştıracak ipuçlarını oldukça yalın, sade bir dille veriyor. Yalınlığı yanıltıcı olmasın, her cümlesi üstünde uzun uzun düşünerek okunmayı hakediyor.  Kitap “Yaratıcı Yazarlık Dersleri” alt başlığını taşısa da yazar adaylarına bir şey öğretmeye çalışmıyor Semih Gümüş. Aksine, yazarlığın okullarda öğrenilemeyeceğini; bir öğretmenden, ustadan da öğrenilemeyeceğini en baştan söylüyor zaten.  Ama “yazarlığa hangi yoldan yürüneceği, o yolun yordamları, sonunda varılacak yere nasıl varılacağına ilişkin sağlam ipuçları... bunlar elbette verilebilir  diyerek öğretmenlik değil, rehberlik yapıyor genç yazara. Kafasındaki sorulara hazır cevaplar vermekten kaçınarak.  Biliyor ki hazır cevaplar, formüller, kurallar bir işe yaramaz. Her yazar bu sorulara kendi cevabını verecektir, vermelidir. Kendi özgün anlayışını, yolunu, kimliğini bulmak zorundadır. Bunu yapamadığında bir taklitten, kopyadan öte gidemeyecektir. Dediği gibi, aynı konunun aynı biçimde yeniden yazıldığı her metin yok sayılabilir  çünkü. Kuşkusuz, her yazar da.
Emine YILMAZ
02.08.2012 - Cumhuriyet Kitap - Sayı 1172