Sessizlik


      "Her sözcük, sessizlik ve hiçliğin üzerindeki bir leke gibidir."

                                           Samuel Beckett






 




“Her musiki, sesin değil de, aslında sessizliğin bir taklidi.”
 
İhsan Oktay Anar  - Suskunlar


Bildiğiniz Tarihi Unutun



Arkeologların ve antrepologların uygarlık tarihine dair bildikleri bir çok şeyi yeniden gözden geçirmelerine sebep olan bir keşif, Göbeklitepe. Yakın zamana kadar dünyanın en eski tapınakları olarak bilinen Stonehenge'in ve Malta Monolitikleri'nin ünvanlarını ellerinden alan bir tapınak. Şanlı Urfa’ya 15 km uzaklıktaki  Göbeklitepe'nin tarihi, günümüzden 5000 yıl önce yapılmış olan Stonehenge'den 7000 yıl daha eskiye, yaklaşık 12.000 yıl önceye uzanıyor.

Göbeklitepe’de, bir tepe üzerinde M.Ö 9.600 – 7.300 dönemine ait yaklaşık yirmi adet yuvarlak biçimli yapı bulunuyor. Henüz bunların sadece altı tanesi gün ışığına çıkarılmış durumda. Üzeri açık, dairesel formda yerleştirilmiş bu yapıların yerleşim amaçlı değil, dini amaçlı yapılmış olduğu biliniyor. Bu özelliğiyle insanlık tarihinin bilinen en eski tapınağı.


M.Ö 9.600, insanoğlunun avcı-toplayıcı küçük göçebe topluluklar halinde yaşadığı, sadece ilkel aletler kullandığı, çanak çömlek yapmaya, maden kullanmaya henüz başlamadığı, tekerleği ve yazıyı henüz icat etmediği bir dönem. Neolitik çağ, ya da bildiğimiz adıyla Taş Devri. Peki, bu esrarengiz yapıları yapan insanlar kimdi? Nereden geldiler? 16 ton ağırlığındaki dev kayaları nasıl kesip, biçimlendirdiler? Yüzlerce metre uzağa nasıl taşıdılar? Ve bunu neden yaptılar? Bütün bu soruların cevabı 1995 yılından bu yana Alman arkeolog Prof. Klaus Schmidt başkanlığında devam eden kazılarda aranıyor.

Göbeklitepe tapınağı kabaca yontulmuş kayalardan  oluşan bir yapı değil.  Boyları 3 ila 6 metre arasında değişen kireçtaşından T biçimindeki sütunlar, stilize edilmiş insan tasvirleriyle, aslan, yılan, ceylan, akrep gibi çeşitli hayvan tasvirleri ve soyut sembollerle bezeli anıtsal yapılar.



Göbeklitepe'de hala gün yüzüne çıkarılmayı bekleyen derin katmanlar ve sırlar var. Kim, nasıl, neden, soruları kazı ekibinin ve dünyanın kafasını daha uzun süre kurcalayacak gibi görünüyor. Dünya mirası ilan edilme sürecindeki Göbeklitepe, en kısa zamanda bir müzeye ve hakettiği şekilde tanıtılmasını, korunmasını ve gezilip görülmesini sağlayacak bir düzenlemeye kavuşmayı bekliyor.

http://www.gobeklitepefilm.com/
http://gobeklitepe.info/tr/index.html
http://www.nationalgeographic.com.tr/ngm/1106/konu.aspx?Konu=1
http://ngm.nationalgeographic.com/2011/06/gobekli-tepe/mann-text

Gizli Kalmış Hobbit Sanatı

 The Art Of THe Hobbit
JRR Tolkien

Yüzüklerin Efendisi ve Hobbit'in yazarı JRR Tolkien'in yakın zaman önce Oxford'daki Bodleian Kütüphanesi arişivinde ortaya çıkan çizimleri yayımlandı. "The Art Of  The Hobbit" adıyla yayımlanan kitapta Tolkien tarafından çizilmiş yüzden fazla çizim, plan, harita ve resim bulunuyor. Yazarlığının dışında yetenekli bir amatör sanatçı olduğu belirtilen Tolkien'in bu çalışmalarının bir kısmı Hobbit'in 1937'deki ilk basımda kullanılmayan, ilk kez gün yüzüne çıkan çalışmalar.


Hobbitlerin dünyasını yazarının gözünden görmek, onun hayal ettiği şekliyle ve kendi çizimleriyle bu fantastik dünyada bir kez daha gezinmek Tolkien hayranları için farklı bir ziyafet olacaktır. Türk okurlarıyla da en kısa zamanda buluşur umarım.

Hobbit, şu sıralar Yüzüklerin Efendisi'nin de yönetmenliğini yapmış olan Peter Jackson tarafından iki bölüm olarak filme alınıyor. İlk bölümünün 2012'den önce gösterime girmesi bekleniyor.



Yazı Varken Yazar Yoktur

Joyce Carol Oates
Bir Yazarın İnancı
Yaşam, Zanaat, Sanat

"Yazmak, sanatlar içinde yalnızlığı en çok sevendir." diyerek başlıyor J.C. Oates Bir Yazarın İnancı'nın önsüzüne. "Hayali" - "metaforik" bir karşı dünya yaratmak için dünyadan elini eteğini çekmenin tuhaflığına kafa yorarak, her yazar gibi "Neden yazıyorum?" sorusuna cevap arayarak. İkna edici bir yanıt bulamadığı noktada "Güzellik ne apaçık bir yarar sağlar ne de belirgin bir kültürel gereksinmedir. Yine de uygarlık, güzellik olmadan yapamaz."  diyen Freud'u hatırlıyor.

Sanatın, insan ruhunun en yüce ifadesi olduğuna inanlardan J.C. Oates. "Kültür denilen, toplulukça paylaşılan ve akıl sır ermeyen şeye katılmayı arzuluyoruz ve bu arzu, türümüze, türü üretmeye duyulan arzu kadar güçlü" diyor.


Çocukluk deneyimlerinin,  Alice'le Harikalar Diyarı'ndaki ilk karşmasınının kendi yazarlık deneyimi üzerindeki izlerini sürüyor. Amerikan şairleri Whitman'ın ve "yanıltıcı biçimde yalın dili, şiirinin ustalıklı ritmi, ifadelerinin güzelliği, ironisi ve soğukkanlı çözümlemeleri"yle  Frost'un ruhuna işleyen dizeleriyle "İlk Aşklarını" ifşa ediyor okura.

Genç Yazara bölümüne Yüreğinizi yazıya dökün, diye başlıyor. Daha yaşlı bir yazar olarak, genç bir yazara vermeye cesaret edeceği öneri, yıllar önce kendisine söylenmiş olmasını isteyebileceği şey: "Cesaretiniz kırılmasın! Etrafınıza yan yan bakışlar atmayın ve kendinizi akranlarınız arasındaki başkalarıyla kıyaslamayın!. (Yazmak bir yarış değildir. Aslında 'kazanan' kimse olmaz. Tatmin, çabada ve nadire neticede gelen ödüllerdedir.) Ve yine, yüreğinizi yazıya dökün."

Koşmak ve Yazmak: JCO da Murakami gibi koşmak ve yazmak arasında organik bir bağ kuran yazarlardan. Koşmanın imgelemi besleyen, canlı tutan bir etkinlik olduğunu söylüyor. "Sanki koşmak, bana ideal olarak yazdığım şeyi bir rüya olarak zihnimde canlandırabileceğim gelişkin bir bilinç sağlıyor." diyor. "Düş gören zihin genellikle bedensizdir, tuhaf bir hareket gücü vardır... yer boyunca ya da gökyüzünde koşar, süzülür veya 'uçar'". Shelly'den Dickens'a Walt Whitman'a, Henry James'e kadar başka yazarların da koşmaktan veya yürümekten nasıl beslendiklerini öğreniyoruz. Koşmaktan, keşfetmeye, oradan "Girilmez" levhalarına ve yasakların davetkarlığına geliyor söz. "Yazmak bir başkasının alanını istila etmektir, yazıyı anıtlaştırmak için olsa da; yazmak, yazmayanların ya da sizin gibi yazmayanların, sizi bir tehdit gibi görenlerin öfke dolu suçlamalarını cezbetmektir. Sanat doğası gereği ihlal edici bir eylemdir ve sanatçılar bunun için cezalandırılmalıdır. Sanatları daha özgün ve sarsıcı oldukça, ceza da o kadar yıkıcı olur." Bu noktada koşmak, kovalanmaya, zalimlerden kaçmaya dönüşüyor.

Sonraki denemesi "Bilinmeyen Günahım". Sanat ve sanatın doğuşu üzerine bazı kuramlar öne sürüyor:

   1) Sanat oyunla -doğaçlamayla, deneyle, düşlemle- doğar; sonsuza kadar yaşar. En derin içgüdüleriyle oyunbazdır ve kendiliğindendir.
   2)Sanat isyanla körüklenir. ... saplantıyla, karşı koymakla, büyüklere meydan okumakla, kendini ve kuşağını yeni, alışılmamış, zapt edilmez olarak tanımlamakla bir miktar eşdeğerdir.
   3)Sanat, geçmişin kutlanmasına yönelik bir araçtır, hızla silinip gitmekte olan dünyanın bir kaydıdır.
   4)Sanatçı doğuştan lanetlidir ve yaşamı boyunca kolay olmasa da bu lanetten kurtulmak için sanatı aracılığıyla  mücadele verir.


JCO'nun bir kişi ya da kişilik olmadığını, bir dizi belirli metinle sonuçlanan bir süreç olduğunu belirtiyor.
Andre Gide'den alıntıyla "Sanatçının bir tek şeye ihtiyacı vardır", diyor. "Anahtarı yalnızca kendisinde olan özel bir dünyaya".

Başarısızlık Üzerine Notlar bölümü özellikle genç yazarlar için en cesaret verici bölüm belki. "Mutluluktaki tehlikeden sakının'" diyor ve bazı başarısızlıkların nasıl başka başarıların anahtarı olabileceğini bir dizi örnekle gösteriyor JCO. William Faulkner'ın şiirde, Henry James'in oyun yazarlığında başarısız olup romana yönelmeleri kuşkusuz sadece kendileri için değil, roman sanatı için de bir şanstır. Erken gelen başarısızlık ve boyuna yinelenen düş kırıklıkları James Joyce'u James Joyce yapmış olabilir. İlk romanı Stephen Hero başarılı olsaydı,  bir baş yapıtı, Sanatçının Genç Bir Adam Olarak Portresi'ni yazması için gerekli malzemeyi tüketecekti belki.

"ESİN! Evet vardır. Bir şekilde." Hem JCO'nun hem öteki yazarların yazma süreçlerinde esinin izini arıyoruz bu denemede. Zaman zaman izine rastlasak da elimize geçen tam bir muğlaklık. Daha çok ısrarlı bir çalışma ve kendi içine bakan gözler görüyoruz.

Bir Yazar Olarak Okumak: Zaaatkar Olarak Sanatçı bölümü, bir öncekine göre çok daha uzun bir bölüm. Çünkü "..esinlenme, enerji, hatta deha, 'sanat' yapmak için nadiren yeterlidir: Çünkü kurmaca düzyazı bir zanaattir ve zanaat öğrenilmelidir; rastlantı sonucu ya da bilerek, isteyerek." JCO'nun ve diğer usta yazarların bu zanaati nasıl öğrendiklerine dair pek çok ipucu var bu uzun bölümde. "Farklı şeyler okuyun, heyecanla okuyun, sezgileriniz size rehberlik etsin, amaçlarınız değil. Çünkü okursanız yazar olmanız gerekmez ama yazar olmayı dilerseniz okumanız gerekir."

JCO bu bölümde ayrıca iki ustanın iki öyküsünü inceliyor: Çehov'un Küçük Köpekli Kadın ve Hemingway'in Beyaz Fillere Benzeyen Tepeler öykülerini. "Bunu anlatmak zorundayım, yazarın ilk düşüncesidir; ikinci düşüncesi ise nasıl anlatırım olur. Okumalarımız sayesinde bu tip soruların yanıtlarının ne kadar çeşitli olduğunu ve bu yanıtların bireylerin kişiliklerini nasıl mühürlediğini keşfederiz. Çünkü yanıtlar, kişisel imgeyle sanatın ve zanaatin kaynaştığı toplumsal, kamusal bir imge yaratma isteğinin tam da birleşme noktasında yer alır."

Esrarengiz Özeleştiri Sanatı adlı deneme zor bir soruya yanıt arıyor: "Özeleştiri, kişinin kendi beynini ameliyat etmesi gibi, belki kötü bir fikir olabilir. 'Öz', 'öz'e tarafsız bakabilir mi?"

Yazarın Odası bölümünde kendi odasının içine alıyor bizi JCO. Zamanımın çoğunu pencereden dışarı bakarak geçiriyorum diyor. Ve bunu öneriyor. "Bana göre yazmak, öncelikle anımsamaktır. Bu da yazmanın benim için, çoğu şair için olması gerektiği gibi açıkça 'sözcüklerle ilgili' olmadığı anlamına geliyor..."

Sarışın Tutku,  Greg Johnson'un JCO ile Blonde (Sarışın) romanı üzerine yaptığı röportaj.  Marilyn Monroe'nun daha doğrusu Norma Jane Baker'ın hayat hikayesinden yola çıkarak yazdığı roman JCO'nun en uzun romanı. 700 küsur sayfa olarak basılmış, ancak yayınevine yolladığı orjinal metin 1400 sayfaymış. Romandaki ses bütünlüğünü sağlamak için son 200 sayfaya geldiğinde en baştaki 300 sayfalık bölünü yeniden yazmaya başladığını söylüyor JCO. "Doğrusu bu tekniği tüm romancılara öneririm.  Bu, bir bahçıvanın toprağı havalandırmasına benziyor."



"JCO" ve Ben (Borges'den Sonra): "Yazı varken yazar yoktur."
"JCO" ile ortaklaşa bir isim ve yüz kullandığımı kabul ediyorum, diyor JCO. Ama ekliyor: "Şu gerçek apaçık ki  ben Onun içinden geçtiği, -'o'nun içinden geçtiği- kapıyım. ama başka herhangi bir kapı da aynı işlevi görürdü. Duvarlarla çevrili bir bahçenin içine girerken hangi girişi kullandığnın ne önemi var ki? Bir kez içeri girdikten ve kapıyı kapattıktan sonra?"
Emine Yılmaz

Bu kitap üzerine başka linkler:

YABAN KIZLAR

Yaban Kızlar
Ursula K. Le Guin


Yaban Kızlar. Ursula K. Le Guin'den "bataklık ateşiyle gelen kız"ın öyküsü, biraz şiir, bir deneme ve bir söyleşi. Hepsi bir arada, tadımlık...

"Bela ten Belen karısını ve doğmamış oğlunu Tapınak'taki kutsal topraklarda yatan diğer Belen fertlerinin yanına gömdü çünkü Modh, evet, bir Toprak kadınıydı ama rahminde ölü bir tanrı vardı."
(Yaban Kızlar, U.K.L.)


Sıradaki Savaş

Yer alacak,
Zaman alacak,
Can alacak
Ve hepsini boşa
Harcayacak.
                            U.K.L.



"İlerlemeci değilim ben. İlerlemecilik fikrini kırıcı ve genelde zarar verici bir hata olarak görüyorum. Ben değişimle ilgiliyim, ki bambaşka bir meseledir."

"Çalışma odam doğrudan otuz sene önce patlayan bir yanardağa bakıyor. Bakmadan edeniyorum."

"Kötü şeylerin yaşanmadığı ve kimsenin kötü davranmadığı yerler hem olasılık dışıdır hem de anlatıda verimsizdir."

Hoş Bir Sanat
Terry Bisson'un U.K.L ile Söyleşisi'nden

"Kitabı okur hayata getirir... İyi bir romanı okumak, romanı izlemek, romanı yaşamak, romanı duyumsamak, romanı yaşamak, romanın kendisi olmak,  kısacası romanı yazmak dışında ne varsa yapmaktır. Okumak bir iş birliği, bir katılımdır. Herkesin becerememesine şaşmamak lazım yani."

"İskenderiye Kütüphanesi'nin yakılması iki bin yıldan beri unutulmamıştır ki, muhtemelen Bağdat'taki büyük kütüphanenin yıkılışı da aynı şekilde hatırlanacaktır."

"Sanatın kapitalizmle arası, en hafif deyimle, limonidir. Bu ikilinin izdivacında mutluluğa ender rastlanır. 
(Okurken Uyanık Kalmak, U.K.L.)




and I DREAMED...

Sandman  vol.3
Dream Country
Neil GAIMAN



 “Her sabah uyandığınızda göz kapaklarınız arasında bulduğunuz çapaklar nedir bilir misiniz? Her gece, uykuya dalmadan önce Rüyalar Lordu Sandman gelerek gözlerinizin üzerine yıldız tozu serper. Gece boyunca gördüğünüz rüyalardan sonra sabah uyandığınızda göz kapaklarınızda bulduğunuz çapaklar işte bu yıldız tozlarıdır.”



Neil Gaiman'ın Sandman çizgi romanının baş kahramanı, yedi Ebedi (Endless) kardeşin üçüncüsü, Düş (Dream). Öteki adlarıyla Morpheus, Onerios ya da Hikayeler Prensi.  Endless (Ebediler) ailesinin tüm üyeleri sırasıyla şöyle :  (Destiny (Kader), Death (Ölüm), Dream (Düş), Destruction (Yıkım), Desire (İhtiras), Despair (Umutsuzluk), Delirium (Hezeyan) ) 



Sandman çizgi romanının üçüncü serisi "Düş Ülkesi"ndeki öykülerden biri olan ve  Shakespeare'in aynı oyununu konu alan “Bir Yaz Gecesi Rüyası”, Dünya Fantezi Edebiyat Ödülleri'ninde En İyi Kısa Hikaye Dalında birinciliği alarak bir tabuyu yıkmıştı. Bu saygın edebiyat ödülünü kazanan ilk çizgi romandı. Sandman'ın bu önemli edebiyat ödülünü kazanmasının ardından yarışmanın kuralları yeniden gözden geçirilmek zorunda kaldı. 

O sırada siz nereye bakıyordunuz?

Şairin Romanı
MURATHAN MUNGAN


"Sende şair kanı var. Hayatın boyunca çalkalanacaksın."

"Şairin gölgesi, kendisinden uzun olur."

"Şiir kendini zorla benimsetmez, kendini açığa vurur".

"Bütün zamanlar birbirine benzer, birbirine benzemeyen anlardır. Şiirin ölümsüzlüğü bir an sanatı olmasındandır."

"Şiir, bir içkale sanatıdır."

"İyi şiir doğa gibidir, en çok kullanılan kelimelerle bile şaşırtmayı başarır."
"Ama hangi büyük şiir, gerçeği soldurmaz ki?"

"Şiirin göğünde tesadüf kuşları uçar."

"İyi şairler ışığı gözetmesini bilirler, nesnelere derinliğini veren ışığın eğilip bükülmesidir."


"... şiirlerinde ışığın geçişlerini görmek mümkündür... An ertelenir... Böylelikle zaman sonsuzlaşır. Bunu yapan ışığın hızıdır "

"Sözükler kadar ışığı da görmek gerekir."

"Şiir, ışıktan doğar çünkü."

"Hayatın bir adaleti var mı, emin değilim, ama şiirsel adalete her zaman inandım."

"Üstelik şiirin bir amacı da gösterirken gizlemek değil midir? Doğada olmayan dil bizde neden olsun ki?"

"Şiirin kendisi bir çeviridir"

"Şiir okumak, bütün olasılıkları hesap etmek değil midir?

"Şiir, matematiğin evrendeki görünmezliğine ne denli yaklaşabilirse o kadar iyi şiir olur."

"Bazı şiirler güzelliklerini kusurlarından alır."

"Her şiirde sözcüklerin dolduramadığı bir boşluk vardır. En kusursuz şiirde bile var olan bu boşluğu yalnızca şairin kendisi bilir. Boşluk denen bu gizden bir tane, bir tane daha şiir yazar, boşluğu dolduracak şey bir başka şiirdir sanır."

"Onun yaşındaki bir şairin en çok gereksindiği şeye,  belirsizliğin bilgeliğine sahip değildi."

"... şiirindeki sözcükler de anlamı öylesine gözden saklar, ortadadırlar, ama herkese görünmezler."

"Şiir önce kelimelerle kurulan ilişkide başlar, kelimelerin kullanılışında değil."

"Her iyi şiirde görülen temel bir özellik, karşı konulmaz bir biçimde çıkıp geliveren, insanın içinde gizemli, kavranılmaz izler bırakan o güçlü şey..."

 "Sıradan şeyler hakında söyleyenler yalnızca yalancıdır, önemli şeyler hakkında yalan söyleyenlerse şair olur, bu yüzden hakikat şairlerin en iyi konusudur.




"Hayat yalan olduğunda güzeldi."

"Ölüm oyunun dışında değildir."

"Ölerek birbirimize dönüşüyoruz, hepsi bu."

"Görünendeki görünmeyenler..."

"Dönmek başlı başına bir memleketti..."

"Önce gölgeler yola çıkar."

"Kadim bir ormanda düşüncelerle yapraklar aynı dalın kardeşleri sayılırdı."

"İnsan kendine katlanmayı sessizlikte öğrenir."

"Çocuklar çoğu kez birbirleriyle değil, kendi korkularıyla oyun oynarlar"

"Uzak dediğin önce içinde birikir insanın, sonrası yalnızca yoldur."

"Hem bazı gerçekler, tarih boyunca dilsizleştirilmiş kadınların işaretlerinde saklanır. O sırada siz nereye bakıyordunuz?

"Az olun ama hakiki olun. Bir gün kendi kapınızı çalacak yüzünüz olsun."

"Bazen devamlılığımız sağlayan şey kusurdur. Yahut kusuru göze almak."

"Açık denizin insanı zamandan kurtardığını bilirdi; geçmişten, gelecekten... Zaman karadır."

"Kendi kanını seyreltmeden başkasının kanını akıtabilir misin?"

 "Hikayeni ancak bir anlatıcıya teslim ettikten sonra gidebilirsin."

"Akıl, asıl kendisine oyun oynamaya başladığında tehlikeli olmaya başlar"
"Ölmekten korkmayanlara yaşlılık kullanışlı bir özgürlük duygusu sağlar."
"Yalnızlığın dağınık fırsatları vardır."

"Bazı mahcubiyetler, gecikmiş olduklarından, sahiplerini daha çok mahcup eder."

".. az eşya, çok boşluk, birkaç uğurlu işaret..."

"Sıradanlık görünür olmaya başladığında acı verir."

"Hayatın her zaman hakikatten çok yalana yakın olduğuna inanmış..."

"Suyun hafızası herkesi koynuna alır."