Yazı Varken Yazar Yoktur

Joyce Carol Oates
Bir Yazarın İnancı
Yaşam, Zanaat, Sanat

"Yazmak, sanatlar içinde yalnızlığı en çok sevendir." diyerek başlıyor J.C. Oates Bir Yazarın İnancı'nın önsüzüne. "Hayali" - "metaforik" bir karşı dünya yaratmak için dünyadan elini eteğini çekmenin tuhaflığına kafa yorarak, her yazar gibi "Neden yazıyorum?" sorusuna cevap arayarak. İkna edici bir yanıt bulamadığı noktada "Güzellik ne apaçık bir yarar sağlar ne de belirgin bir kültürel gereksinmedir. Yine de uygarlık, güzellik olmadan yapamaz."  diyen Freud'u hatırlıyor.

Sanatın, insan ruhunun en yüce ifadesi olduğuna inanlardan J.C. Oates. "Kültür denilen, toplulukça paylaşılan ve akıl sır ermeyen şeye katılmayı arzuluyoruz ve bu arzu, türümüze, türü üretmeye duyulan arzu kadar güçlü" diyor.


Çocukluk deneyimlerinin,  Alice'le Harikalar Diyarı'ndaki ilk karşmasınının kendi yazarlık deneyimi üzerindeki izlerini sürüyor. Amerikan şairleri Whitman'ın ve "yanıltıcı biçimde yalın dili, şiirinin ustalıklı ritmi, ifadelerinin güzelliği, ironisi ve soğukkanlı çözümlemeleri"yle  Frost'un ruhuna işleyen dizeleriyle "İlk Aşklarını" ifşa ediyor okura.

Genç Yazara bölümüne Yüreğinizi yazıya dökün, diye başlıyor. Daha yaşlı bir yazar olarak, genç bir yazara vermeye cesaret edeceği öneri, yıllar önce kendisine söylenmiş olmasını isteyebileceği şey: "Cesaretiniz kırılmasın! Etrafınıza yan yan bakışlar atmayın ve kendinizi akranlarınız arasındaki başkalarıyla kıyaslamayın!. (Yazmak bir yarış değildir. Aslında 'kazanan' kimse olmaz. Tatmin, çabada ve nadire neticede gelen ödüllerdedir.) Ve yine, yüreğinizi yazıya dökün."

Koşmak ve Yazmak: JCO da Murakami gibi koşmak ve yazmak arasında organik bir bağ kuran yazarlardan. Koşmanın imgelemi besleyen, canlı tutan bir etkinlik olduğunu söylüyor. "Sanki koşmak, bana ideal olarak yazdığım şeyi bir rüya olarak zihnimde canlandırabileceğim gelişkin bir bilinç sağlıyor." diyor. "Düş gören zihin genellikle bedensizdir, tuhaf bir hareket gücü vardır... yer boyunca ya da gökyüzünde koşar, süzülür veya 'uçar'". Shelly'den Dickens'a Walt Whitman'a, Henry James'e kadar başka yazarların da koşmaktan veya yürümekten nasıl beslendiklerini öğreniyoruz. Koşmaktan, keşfetmeye, oradan "Girilmez" levhalarına ve yasakların davetkarlığına geliyor söz. "Yazmak bir başkasının alanını istila etmektir, yazıyı anıtlaştırmak için olsa da; yazmak, yazmayanların ya da sizin gibi yazmayanların, sizi bir tehdit gibi görenlerin öfke dolu suçlamalarını cezbetmektir. Sanat doğası gereği ihlal edici bir eylemdir ve sanatçılar bunun için cezalandırılmalıdır. Sanatları daha özgün ve sarsıcı oldukça, ceza da o kadar yıkıcı olur." Bu noktada koşmak, kovalanmaya, zalimlerden kaçmaya dönüşüyor.

Sonraki denemesi "Bilinmeyen Günahım". Sanat ve sanatın doğuşu üzerine bazı kuramlar öne sürüyor:

   1) Sanat oyunla -doğaçlamayla, deneyle, düşlemle- doğar; sonsuza kadar yaşar. En derin içgüdüleriyle oyunbazdır ve kendiliğindendir.
   2)Sanat isyanla körüklenir. ... saplantıyla, karşı koymakla, büyüklere meydan okumakla, kendini ve kuşağını yeni, alışılmamış, zapt edilmez olarak tanımlamakla bir miktar eşdeğerdir.
   3)Sanat, geçmişin kutlanmasına yönelik bir araçtır, hızla silinip gitmekte olan dünyanın bir kaydıdır.
   4)Sanatçı doğuştan lanetlidir ve yaşamı boyunca kolay olmasa da bu lanetten kurtulmak için sanatı aracılığıyla  mücadele verir.


JCO'nun bir kişi ya da kişilik olmadığını, bir dizi belirli metinle sonuçlanan bir süreç olduğunu belirtiyor.
Andre Gide'den alıntıyla "Sanatçının bir tek şeye ihtiyacı vardır", diyor. "Anahtarı yalnızca kendisinde olan özel bir dünyaya".

Başarısızlık Üzerine Notlar bölümü özellikle genç yazarlar için en cesaret verici bölüm belki. "Mutluluktaki tehlikeden sakının'" diyor ve bazı başarısızlıkların nasıl başka başarıların anahtarı olabileceğini bir dizi örnekle gösteriyor JCO. William Faulkner'ın şiirde, Henry James'in oyun yazarlığında başarısız olup romana yönelmeleri kuşkusuz sadece kendileri için değil, roman sanatı için de bir şanstır. Erken gelen başarısızlık ve boyuna yinelenen düş kırıklıkları James Joyce'u James Joyce yapmış olabilir. İlk romanı Stephen Hero başarılı olsaydı,  bir baş yapıtı, Sanatçının Genç Bir Adam Olarak Portresi'ni yazması için gerekli malzemeyi tüketecekti belki.

"ESİN! Evet vardır. Bir şekilde." Hem JCO'nun hem öteki yazarların yazma süreçlerinde esinin izini arıyoruz bu denemede. Zaman zaman izine rastlasak da elimize geçen tam bir muğlaklık. Daha çok ısrarlı bir çalışma ve kendi içine bakan gözler görüyoruz.

Bir Yazar Olarak Okumak: Zaaatkar Olarak Sanatçı bölümü, bir öncekine göre çok daha uzun bir bölüm. Çünkü "..esinlenme, enerji, hatta deha, 'sanat' yapmak için nadiren yeterlidir: Çünkü kurmaca düzyazı bir zanaattir ve zanaat öğrenilmelidir; rastlantı sonucu ya da bilerek, isteyerek." JCO'nun ve diğer usta yazarların bu zanaati nasıl öğrendiklerine dair pek çok ipucu var bu uzun bölümde. "Farklı şeyler okuyun, heyecanla okuyun, sezgileriniz size rehberlik etsin, amaçlarınız değil. Çünkü okursanız yazar olmanız gerekmez ama yazar olmayı dilerseniz okumanız gerekir."

JCO bu bölümde ayrıca iki ustanın iki öyküsünü inceliyor: Çehov'un Küçük Köpekli Kadın ve Hemingway'in Beyaz Fillere Benzeyen Tepeler öykülerini. "Bunu anlatmak zorundayım, yazarın ilk düşüncesidir; ikinci düşüncesi ise nasıl anlatırım olur. Okumalarımız sayesinde bu tip soruların yanıtlarının ne kadar çeşitli olduğunu ve bu yanıtların bireylerin kişiliklerini nasıl mühürlediğini keşfederiz. Çünkü yanıtlar, kişisel imgeyle sanatın ve zanaatin kaynaştığı toplumsal, kamusal bir imge yaratma isteğinin tam da birleşme noktasında yer alır."

Esrarengiz Özeleştiri Sanatı adlı deneme zor bir soruya yanıt arıyor: "Özeleştiri, kişinin kendi beynini ameliyat etmesi gibi, belki kötü bir fikir olabilir. 'Öz', 'öz'e tarafsız bakabilir mi?"

Yazarın Odası bölümünde kendi odasının içine alıyor bizi JCO. Zamanımın çoğunu pencereden dışarı bakarak geçiriyorum diyor. Ve bunu öneriyor. "Bana göre yazmak, öncelikle anımsamaktır. Bu da yazmanın benim için, çoğu şair için olması gerektiği gibi açıkça 'sözcüklerle ilgili' olmadığı anlamına geliyor..."

Sarışın Tutku,  Greg Johnson'un JCO ile Blonde (Sarışın) romanı üzerine yaptığı röportaj.  Marilyn Monroe'nun daha doğrusu Norma Jane Baker'ın hayat hikayesinden yola çıkarak yazdığı roman JCO'nun en uzun romanı. 700 küsur sayfa olarak basılmış, ancak yayınevine yolladığı orjinal metin 1400 sayfaymış. Romandaki ses bütünlüğünü sağlamak için son 200 sayfaya geldiğinde en baştaki 300 sayfalık bölünü yeniden yazmaya başladığını söylüyor JCO. "Doğrusu bu tekniği tüm romancılara öneririm.  Bu, bir bahçıvanın toprağı havalandırmasına benziyor."



"JCO" ve Ben (Borges'den Sonra): "Yazı varken yazar yoktur."
"JCO" ile ortaklaşa bir isim ve yüz kullandığımı kabul ediyorum, diyor JCO. Ama ekliyor: "Şu gerçek apaçık ki  ben Onun içinden geçtiği, -'o'nun içinden geçtiği- kapıyım. ama başka herhangi bir kapı da aynı işlevi görürdü. Duvarlarla çevrili bir bahçenin içine girerken hangi girişi kullandığnın ne önemi var ki? Bir kez içeri girdikten ve kapıyı kapattıktan sonra?"
Emine Yılmaz

Bu kitap üzerine başka linkler:

1 yorum:

  1. En sevdiğim yazarlardan. Geçen sene, Oates'in Amerika'da bir üniversitede verdiği yaratıcı yazarlık dersini alan biriyle tanışmıştım. Kıskanmıştım doğrusu... Hele roman ve öykülerinden aklımda canlandırdığım karakter özelliklerinin çoğunun tutması beni daha da meraklandırmıştı. Yazmak üzerine başka neler söylemiş sabırsızlanıyorum :-)

    YanıtlaSil